BİR KAHRAMANIN HİKÂYESİ: “ŞEHİT ALBAY ORHAN EKBEROV”-TÜRKİYƏDƏN ASİF MƏRZİLİNİN KİTABINA İSTİNADLI YAZI

Oxunma sayı: 1540

SON VEDALAŞMA…

Akşam olmuştu. Orhan Ekberov, askerî üniformasını dikkatle katlayıp yatağının üzerine koydu. Sabah erken saatlerde birliğine katılmak üzere yola çıkmalıydı. Ev sessizdi, sadece mutfaktan gelen hafif çatal bıçak sesi duyuluyordu. Tam o anda, küçük Çingiz odanın kapısında belirdi. Uykulu gözlerini ovuşturuyordu.

“Baba, yine mi gidiyorsun?” diye sordu Çingiz, dudaklarını büzerek.

Orhan, oğluna gülümsedi ve diz çökerek gözlerinin içine baktı.

“Evet, Çingiz Han.”

Her zaman böyle severdi onu.

“Ama geri döneceğim, her zaman döndüğüm gibi.”

Orhan, oğlunu büyük bir sevgiyle kucakladı.

“Bana Ertuğrul’un kılıcını da getirecek misin?” diye sordu Çingiz. (O yıllarda TRT’nin Diriliş: Ertuğrul dizisi çok izleniyordu.)

Orhan gülümsedi ve başını sallayarak,

“Unutma, sen Çingiz Han’sın. Sana onun kılıcını getireceğim. Onu bana Türkiye’den getirdiler.”

Çingiz’in küçük elleri, babasının güçlü ellerini tuttu. Gözlerinde merak ve endişe vardı.

“Peki, niye hep gidiyorsun? Bizimle daha çok kalsan olmaz mı?”

Orhan derin bir nefes aldı. Oğlunun saçlarını okşayarak, yumuşak bir sesle konuştu:

“Biliyorum, oğlum, her insanın bir görevi var. Benim görevim, seni ve tüm çocukları korumak. Vatanımızı savunmak. Senin de büyüdüğünde böyle görevin olacak”

Çingiz bir an durakladı, sonra kollarını açarak atasına sıkıca sarıldı.

“Baba, çabuk dön, olur mu?”

Orhan, oğlunun başını göğsüne yasladı.

“Söz veriyorum, oğlum. Çabuk döneceğim.”

Sabah güneşi, Biləsuvar’ın ufkunda yavaşça yükselirken, Orhan üniformasını giymiş, son bir kez aynaya baktı. Artık evindeki son sabahını yaşıyordu. Görevi onu bekliyordu.

Nurane her zamanki gibi sabah kahvaltısından sonra mutfağı toparlamaya başlamıştı. Ama nedense elleri hafifçe titriyordu. İçinde tarif edemediği bir sıkıntı vardı. Orhan savaş hakkında hiçbir açıklama yapmamıştı. Ama gözlerinden bazı şeyler okunuyordu.

Orhan, kapının önünde durdu. Sabahın ilk ışıkları pencereden süzülerken, Nurane, hayatının adamına bakıyordu. Derin, sessiz ama çok şey anlatan bir bakıştı bu.

Orhan sesizce çocukların odasına yöneldi. Henüz uyanmamışlardı. Her birini tek tek öptü, önce sevgili annesinin adı, kızı Sevil’in saçlarını okşadı. Bir an durdu, küçük oğlunun yüzünü elleri arasına aldı, alnından öptü. Sonra sessizce odadan çıktı.

Nurane, onun bu vedasını daha önce de görmüştü ama bu sefer içini bir ürperti sardı. Daha önce gittiği her görevde gülerek, sevinçle evden ayrılmıştı. Bu sefer sessizdi.

— “Orhan, bir şey mi oldu?” diye sordu, titrek bir sesle. “ Bugün daha erken çıkıyorsun!”

Orhan gülümsedi. Ama yüzünde derin bir ciddiyet vardı.

— “Önemli bir görevim var. Bir an önce gitmeliyim,” dedi Orhan. Başını hafifçe iki yana salladı. Gülümsedi.

“Türkler bir haftadan fazladır, Azerbaycan’da bize eğitim veriyorlar, birkaç günümüz daha var,” dedi.

Ama Nurane, bunun sıradan bir görev olmadığını, içindeki sessiz korkunun boşuna olmadığını anlamıştı.

— “Ne zaman dönersin?” dedi sesini kısarak.

Orhan cevap vermedi. Bunun yerine ellerini tuttu, sıcak elleriyle sıktı. Sonra başını hafifçe eğerek, her zamanki yumuşak sesiyle fısıldadı:

— “Bilmiyorum, Nurane! Ama ne olursa olsun, aklım her zaman sizde olacak. Çocuklara iyi bak, onları üzme.”

Nurane başını salladı, gözleri doldu. Ama bir damla bile gözyaşı dökmedi. Güçlü olmalıydı. Onun karşısında zayıflık göstermek istemedi.

— “Beni böyle uğurla Nurane, başı dik bir komutanın karısı gibi,” dedi.

Orhan çantasını dikkatle hazırlarken Nurane onu izliyordu. Gözleri, söylemek istediklerini yüksek sesle ifade ediyordu ama dili susuyordu. İçindeki korkuyu göstermemek için dirense de Orhan, onun yüreğindeki fırtınayı hissetmişti. Gülümsedi ve döndü, tekrar elini tuttu ve parmaklarını nazikçe sıktı.

“Dönünce, Çingiz’le birlikte bahçeye ağaç dikeceğiz.”

Nurane başını salladı ama içindeki duygular tamamen farklıydı. Orhan’ın sesi ne kadar güçlü olsa da, bu sözler ona veda gibi geliyordu. Bir şeyler demek istedi ama sözler boğazına düğümlendi.

Orhan, kapıya yöneldiğinde bir an durdu. Son bir kez arkasına dönüp hayat arkadaşı Nurane’ye baktı. Gözlerinde, çocukluk yıllarına ait bir ışık parladı. O an, aklında Saatlı’da geçen günler canlandı…

SAATLI’DA DOĞAN BİR YİĞİT

Orhan Ekberov, 1982 yılının Aralık ayında Azerbaycan’ın Saatlı şehrinde dünyaya geldi. Kura Nehri kıyısında yer alan bu şehir, verimli toprakları ve çalışkan insanlarıyla tanınırdı. Saatlı, sadece doğayla iç içe yaşayan insanların yurdu değil, aynı zamanda bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine gönül vermiş yiğitlerin yetiştiği bir diyardı.

Orhan, dört erkek kardeşin üçüncüsü olarak, disiplinli bir ailenin içinde büyüdü. Babası polis şefiydi; düzeni, adaleti ve vatanseverliği çocuklarına küçük yaşlardan itibaren aşıladı. Annesi ise doktor olarak

insanlara şifa dağıtıyordu. Daha çocuk yaşlarda düzenli bir hayatın içinde yetişen Orhan, cesareti ve kararlılığıyla ailesinin dikkatini çekiyordu.

Dağlık Karabağ, Azerbaycan için sadece coğrafi bir bölge değil, tarihin, kültürün ve bağımsızlık mücadelesinin kalbidir. Orası, geçmişin hatırası, geleceğin umududur. Yıllarca süren işgal, halkın yüreğinde derin bir yara açtı. Ama Azerbaycan hiçbir zaman bu topraklardan vazgeçmedi. 2020’de kazanılan zafer, sadece bir savaşın değil, bir milletin yeniden doğuşunun ve varoluşunun mümtaz bir destanıydı.

Orhan Ekberov, çocukluğu bozkırların özgürlüğü içinde geçti. Büyükleri ona kahramanlık hikâyeleri anlatırken, Orhan’ın gözleri ışıldar, kendini o kahramanların içinde hayal ederdi. Bu kahramanlık destanları, onun çocukluk hayallerini şekillendirdi. Çocukluğundan itibaren daima kutsal bildiği vatan topraklarının bir parçası olan Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılması ülküsüyle yaşadı.

Orhan birgün okuldan dönüşünde babasının yanına oturdu. Baba-oğul, evlerinin önündeki küçük avluda sessizce oturuyordu. Babası, uzun süre sustuktan sonra Orhan’a dönerek, “Güçlü olmak istiyorsan önce sabırlı olmayı öğrenmelisin,” dedi.

“Gerçek savaşçı, ne zaman savaşacağını bilen kişidir.”

O gece Orhan uzun süre uyuyamadı. Babasının sözleri zihninde yankılanıp duruyordu.

Günü geldiğinde sadece güçlü bir dövüşçü değil, aynı zamanda akıllı bir savaşçı olacağına dair kendine söz verdi.

Daha ilkokul yıllarından itibaren tarih derslerine büyük ilgi duyuyordu. Karabağ’ın geçmişi ve Azerbaycan’ın bu konuda verdiği mücadeleler onu derinden etkiliyordu. Azerbaycan’ın tarihi ve kahramanlarıyla ilgili kitaplar okuyor, öğretmenlerine bunlarla ilgili sorular soruyordu.

Bir gün öğretmeni sınıftaki çocuklara gelecekte ne olmak istediklerini sorduğunda, arkadaşları doktor, öğretmen ya da mühendis gibi meslekleri sayarken Orhan, gözleri parlayarak şu cevabı vermişti.

“Ben vatanımızı işgal eden Ermenileri öldüren adam olmak isterim!”

Bu cümle, onun çocukluk hayallerinin sıradan bir meslek seçimiyle sınırlı olmadığını, aksine kaderini kendisinin belirlediğini gösteriyordu. O gün orada sadece bir çocuk konuşmamıştı; yıllar sonra vatan uğruna can verecek bir kahramanın yüreği seslenmişti.

Orhan, 1989 yılında Saatlı’daki 3 numaralı ortaokula başladı. Disiplinli, çalışkan ve lider ruhluydu. Matematik derslerini de severdi ama asıl tutkusu tarih ve vatan sevgisiydi. Gönlünden hep şu düşünce geçerdi:

“Senin kalbin sadece kendin için değil, milletin için atıyor, Orhan!”

Bu düşünce, hayatı boyunca onu hiç bırakmadı.

XXX

…Orhan, büyüdüğü yıllarda Azerbaycan halkının en acı günlerine şahit oldu. 1990’ların başında Ermenistan işgal güçleri Karabağ’ı ele geçirdi. Yüz binlerce Azerbaycanlı topraklarından sürüldü. 1992’de Hocalı’da, bir milletin yüreğine kazınan kara bir leke olarak insanlık dışı bir katliam yaşandı.

Bir akşam, Orhan babasının odasına girdi. Elinde, Hocalı’dakatledilen çocukların fotoğraflarının bulunduğu bir gazete vardı. Gözleri yaşlarla doluydu. “Baba,” dedi, “bu çocukların intikamını kim alacak?”

Babasının gözleri doldu ama sesi sertti: “Vatanını seven herkes, elinden geleni yapacak.”

O gece, Orhan uyumadı. Odanın köşesinde, boks eldivenleri bir kenarda duruyordu. Gözlerini onlara dikti ve yemin etti:

“Ben, vatanım için savaşacağım.”

1997’den itibaren Lise eğitimini Bilasuvar’da sürdürdü. O yıllarda artık kararını netleştirmişti: Asker olacaktı. Vatana en büyük hizmetin asker olarak daha iyi verilebileceğini düşünüyordu.

Orhan, genç yaşlarından itibaren kendini fiziksel ve ruhsal olarak savaşçı bir ruhla yetiştirdi. Boks sporuna yönelerek disiplini, dayanıklılığı ve mücadele azmini geliştirdi.  O, her an vatan için mücadeleye hazır olmak istiyordu.

Sporla ilgilenmek en büyük tutkularından biriydi.

Boks ringlerinde kazandığı şampiyonluklar, Orhan’a sadece fiziksel bir güç kazandırmakla kalmayıp, zorluklarla mücadele etme yeteneği ve stratejik düşünme becerisi kazandırdı.

2000 yılında, Haydar Aliyev adına açılan Azerbaycan Yüksek Askeri Okulu’na kabul edildi. Bu askeri okul onun hayatında yeni bir sayfa açtı. Disiplin, fedakârlık, vatan sevgisi… Burada öğrendiği her şey, onu gelecekte Karabağ’ın kaderini değiştiren bir kahraman yapacaktı.

Askerlikte komsndo keşifçi uzmanlığını seçti. O, cephede her zaman en önde olmak, düşmanla en yakından savaşmak istiyordu. 2004 yılında mezun olduğunda artık bir askerden daha çok savaşmaya hemen hazır bir savaş adamıydı. Artık O, vatanı için yola çıkmış, savaşmaya ant içmiş bir subaydı. Bu yolculuk, onu şehadete, sonsuzluğa taşıyacak bir kahramanlık destanının başlangıcı oldu…

Günlük hayatında en çok keyif aldığı uğraşlardan  biri de otomobil kullanmaktı. Direksiyon başına geçtiğinde özgürlüğü hisseder, uzun yolların huzur veren sessizliğinde düşüncelere dalardı.

Memleketinin yollarında otomobiliyle dolaşmak ona haz verirdi.

ORHAN’IN EVLİLİĞİ

Orhan Ekberov’un hayatında başka bir öncelik daha vardı. Ailesi. Vatanına duyduğu sevgi kadar özel bir yere sahip bu kişi eşi Nurane Hanım’dı. Orhan ve Nurane Hanım’ın yolları, anne Sevil Hanım’ın aracılığıyla kesişti. Orhan’ın annesi, Nurane Hanım’ı tanıyordu ve oğluna onunla tanışmasını önerdi. Orhan, onu tanıdığında “ işte beraber bir ömür yaşanacak insan” demişti.

Bu evlilik, sadece iki insanın hayatlarını birleştirmesi değil, aynı zamanda ortak bir yolculuğun başlangıcı oldu. Orhan, asker olarak yoğun bir tempoda çalışsa da ailesine ayırdığı zamanın kıymetini her an hissediyordu. Nurane ise her koşulda onun yanında duran, sabrı ve sevgisiyle Orhan’a güç veren bir eşti. Birlikte kurdukları yuva, yalnızca sevgiyle değil, aynı zamanda sorumluluk ve fedakârlıkla da şekilleniyordu.

Ekim 2012’de kızları Sevil dünyaya geldi. Sevil, çok sevdiği annesinin adını taşıyordu. Aileye neşe getiren bu küçük kız, babasına hayranlık duyan bir çocuk olarak büyüdü. Orhan’ın askeri kimliği onun gözünde yalnızca bir görev değil, aynı zamanda bir duruştu. Sevil, babasının elini tuttuğunda kendini güvende hisseder, hep onunla olmayı isterdi.

Kasım 2013’te ise aileye Çingiz katıldı. Küçük yaşlardan itibaren babasına benzeyen yanlarıyla dikkat çekiyordu: meraklı, cesur ve hareketliydi. Orhan, zaman zaman çocuklarına baktığında, onların her

anına tanıklık etmek istediğini hissediyordu. Sevil ve Çingizbüyüdükçe, evdeki neşe de, sorumluluk da artıyordu.

Orhan için ailesi, sadece hayatının en değerli parçası değil, aynı zamanda kendisini her gün daha iyi bir insan olmaya teşvik eden bir ayrıcalık ve önemli bir güçtü. Onların varlığı, tüm yorgunlukların gitmesinde en büyük güç  kaynağıydı.

2020 yılı, Orhan ve ailesi için önemli bir dönüm noktası oldu. Azerbaycan ve Ermenistan arasında yeniden yükselen gerginlik, Karabağ’ı geri alma mücadelesini başlatmıştı. Orhan, yıllardır beklediği bu çağrıya kayıtsız kalamazdı. Bu kez sadece bir asker olarak değil, aynı zamanda bir baba olarak da büyük bir sorumluluk taşıyordu.

Ailesinden, çocuklardan ayrılmak kolay değildi. Nurane, her zamanki gibi güçlü durmaya çalışıyor, ama içinde fırtınalar kopuyordu. Sevil ve Çingiz ise babalarının gidişini anlamaya çalışıyor, belki de ilk kez büyümek zorunda kalıyorlardı.

Orhan, evden ayrılırken arkasında sadece bir aile değil, bir hayat bırakıyordu. Ama biliyordu ki, dönüp baktığında onu bekleyen, her zaman yanında olan bir eşi ve çocukları vardı. Onlar için, vatanı için, sevdikleri için yola çıktı.

Orhan Ekberov, Karabağ Savaşı’na katılmadan önce, askerlik hayatı boyunca birçok önemli görev üstlendi.

2008 Aprel çatışmalarında Lalatepe’nin ele geçirilmesinde Orhan büyük rol oynadı.

Keşif subayı olarak, düşman hattının derinliklerine sızarak önemli bilgiler topladı. Bu görev, Orhan’ın askeri zekâsını ve liderlik becerilerini geliştirmesinde büyük rol oynadı. Keşif sırasında, Orhan ve ekibi, düşmanla burun buruna geldikleri birçok tehlikeli an yaşadılar. Ancak Orhan, her durumda soğukkanlılığını koruyarak ekibini güvenle yönlendirmeyi başarmıştı.

Karabağ’daki çatışmalar, Orhan’ı sadece fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da sınadı. Her geçen gün, vatanını savunma düşüncesi, Orhan’ın kararlarını yönlendiriyordu. Savaşın her aşamasında, çevresindeki insanlara güven verdi ve birlikte savaştıkları arkadaşlarıyla sıkı bir bağ kurdu. Keşif subayı olarak görev aldığı dönemde, büyük bir kahramanlıkla hayatını riske atarak çok sayıda hayat kurtardı.

Orhan Ekberov’un hayatındaki en kritik anlardan biri de,dronla yapılan kurtarma operasyonudur. Bir çatışma sırasında, Orhan ciddi şekilde yaralanmış, neredeyse ölümün eşiğindeydi. Ancak, Orhan’ın bulunduğu konumu tespit eden bir insansız hava aracı (İHA) onu bulunduğu yerden hızlı bir şekilde uzaklaştırarak  hayatını kurtardı. Dronlar kullanılarak yapılan bu kurtarma operasyonu, Azerbaycan askerlerinin teknolojiyle nasıl birleşerek savaşta büyük zaferler kazanıldığını anlatmaktadır.

Bir başka kahramanlık anı ise, Fuzuli’nin kurtarılmasında, Orhan’ın 200 kişilik düşman grubunu bertaraf etmesiyle yaşandı. Karabağ’daki yoğun çatışmalar sırasında, Orhan ve ekibi, düşmanla karşı karşıya geldiklerinde büyük bir stratejik hamle yaptı. Orhan, hem liderlik vasfını hem de savaş stratejilerini kullanarak, emir beklemeden cesur ekibiyle birlikte düşman grubunun etkisiz hale gelmesini sağladı. Bu zafer, Orhan’ın askerlik kariyerindeki en parlak anlardan biriydi ve ona halkının gözünde gerçek bir kahraman unvanını kazandırdı.

Horadiz bölgesindeki operasyonlarıyla da ordusuna büyük avantaj sağladı.

Orhan Ekberov, askerlik kariyerinde keşif subayı olarak düşman hatlarına sızma ve kışkırtma operasyonlarını başarıyla gerçekleştirirken, pek çok zor durumda da soğukkanlılıkla hareket etmesini bilmiştir. Keşifçi asker, savaşın gözü olmak demektir. Düşmandan önce düşmanı görmek demektir.

Onun görevi, düşman hatlarının ötesine geçerek kritik istihbaratlar toplamaktı. Keskin zekâsı, cesareti ve askeri stratejileri sayesinde birçok operasyonun başarıyla sonuçlanmasını sağlamıştır.

Bazı isimler vardır ki sadece bir milletin değil, bir vatanın tarihine mühür vurur. Orhan Ekberov da onlardan biriydi. O, Azerbaycan’ın 30 yıllık esaretine son veren, 44 günlük savaştan Karabağ’ı özgürlüğüne kavuşturan kahramanlardan biri olarak adını milletinin gönlüne ve tarihin altın sayfalarına yazdırdı.

2 Ekim 2020’de, Füzuli’deki çetin çatışmalardan birinde Orhan Ekberov, düşman mevzilerine yapılan bir harekât sırasında ekibiyle birlikte pusuya düştü. Ağır ateş altında kaldılar. Kanlarının son damlasına kadar savaştılar. Orhan ağır yaralanmıştı. Ama görevini tamamlamıştı. Azerbaycan ordusu onun verdiği bilgiler sayesinde ilerlemeye devam etti.

Onun kahramanlığı savaş alanında sona ermedi; cenazesi bile günlerce düşman ateşi altında kaldı.  Haber birkaç gün sonra Bilesuvar’a ulaştı.Albay Orhan Ekberov şehit oldu.

Ancak halkı onu yalnız bırakmadı. 6 Ekim’de, büyük bir kalabalık eşliğinde, Bilesuvar’a, vatan toprağına emanet edildi.

Şehit Albay Orhan Ekberov’un ismi anıldığında, onu yalnızca bir asker olarak değil, bir şehitlik sembolü olarak hatırlanmalıdır. O, Karabağ dolayısıyla Vatan Savaşı’nda destan yazan yiğitlerden sadece birisidir. Onun gibi yüzlerce kahraman, vatanı için canını ortaya koymuş, geride sadece anılarını değil, bir milletin özgürlüğünü bırakmış kahramanlardı.

Orhan Ekberov’un hatırası, sadece ailesinin değil, tüm Azerbaycan’ın gönlünde yaşamaya devam edeceO artık sadece Nurane Hanım’ın eşi, Sevil ve Çingiz’in babası değil, bir milletin onur kaynağıdır

Orhan, her zaman olduğu gibi en ön saflarda savaşmştı. devamAncak kahramanların kaderinde şehadet vardı. Ermeni keskin nişancılarının devamlı hedefinde idi. 2 Ekim 2020 günü Horadiz yönündeki operasyonda yaralanan bir savaşçısını korumalı bir alana alırken, vatanı için son nefesini verdi.

Onun adı, sadece ailesinin ve silah arkadaşlarının değil, tüm Azerbaycan halkının yüreğine kazındı. Kahramanlık hikâyesi dilden dile anlatıldı. Şehit olduktan sonra, halk onun anısını yaşatmaya devam etti.

Orhan Ekberov, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlık mücadelesinde kritik rol oynayan önemli bir istihbarat subayıdır.

Şehadetinden sonra Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından “vatan savaşı kahramanı” ünvanına layık görülmüştür. Ayrıca Fuzuli’nin kurtarılmasına olan katkıları sebebiyle çeşitli madalyalarla onurlandırılmıştır.

Onun adı Bilasuvar’daki bir sanat okuluna Azerbaycan Bakanlar Kurulu kararıyla verilmiş, hatırası yaşatılmaya devam etmektedir.

orxan-kitab

Orhan Ekberov’un ailesi, dostları , arkadaşları onunla yaşadıklarını hatıralarını yazan Asif Marzili “Efsanevi keşfiyatçı ORHAN EKBEROV” isimli kitapta yer vermiştir.

Bugün Karabağ özgür bir vatan parçası. Orhan’ın hayalini kurduğu o topraklarda artık Azerbaycan bayrağı dalgalanıyor. Ve her Karabağlı, onun gibi kahramanların mücadelesi sayesinde yurtlarına geri dönebiliyor.

UZUN BİR BEKLEYİŞ…

2020 Eylül’ün 27.günü

Nurane, mutfağın köşesinde oturmuş, sessizce dua ediyordu. Sabah haberleri tüm ülkeye yayıldığında, içindeki korku büyümeye başlamıştı. Karabağ’da savaş başlamıştı. Orhan şimdi cephedeydi.

Günlerce haber bekledi. Her telefon çaldığında yüreği ağzına geliyordu. Ama gelen her arama sadece sessizliği uzatıyordu.

Ta ki 4 Ekim’e kadar…

Bilesuvar çok sessizdi. O gün bir evde, bir kadın ve iki çocuk bir kahramanı bekliyordu.

Ama Nurane, gözyaşlarını tutarak çocuklarına baktı. Orhan’a verdiği sözü hatırladı.

“ Onkara anlat Nurane! Ama sakın gözyaşkarıyla anlatma.”

Telefon çaldığında kalbi hızlandı. Açtı. Karşıdaki ses tanıdık ama titrek bir sesti:

— “Nurane bacı… Orhan yaralandı…”

Dünya başına yıkıldı. Dizlerinin bağı çözüldü. “Ağır mı?” diye sordu titrek bir sesle.

— “Bilmiyoruz, ama yaşıyor…” dedi, telefondaki ses.

Yaşıyordu… Bu kelimeye tutundu. Ama içindeki korku geçmedi. Saatlerce dua etti, gözünü telefondan ayırmadı.

Sonra… Telefon bir kez daha çaldı. Nurane’nin içi titredi. Açmadan önce derin bir nefes aldı. Ama karşıdaki sessizlik, her şeyin cevabını veriyordu.

— “Bacı…” dedi o ses, boğuk ve oldukça kederliydi.

Nurane hiçbir şey sormadı. Artık anlamıştı.

Dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden yaşlar süzüldü.

Orhan gitmişti. Bir daha dönmemek üzere…

O şimdi vatanın bağrında, Bilesuvar şehitliğinde, milletinin gönlünde huzur içinde yatıyor.

Nurane çocuklarıyla birlikte, Sevil anne ve tüm sevenleri şehitlerini sık sık ziyaret ediyor.

Orhan Ekberov’un anıları, yalnızca ailesi ve arkadaşlarınca değil, tüm bir millet tarafından yaşatılıyor. Onun adı, zaferlerle, cesaretiyle ve fedakarlıklarıyla anılıyor. Sporcu, asker, eş ve vatansever bir evlat olarak, geride unutulmaz bir iz bıraktı.

O, sadece bir savaş kahramanı değil, bir milletin yüreğinde ölümsüzleşen bir destanın baş kahramanı oldu. Göğe yükselen bu kahraman, sonsuza kadar halkının kalbinde yaşamaya devam edecek. Şehitlerimiz, canlarını feda ederek, bizlere bu toprakları emanet ettiler. Biz de, onların hatırasını yaşatarak, bu kutsal vatanı korumaya devam edeceğiz…

YUSUF KABUKÇU

(Türkiyə)

 

 

 

Xəbəri paylaş

23 May